“İnebahtı muharebesinden sonra ceseratimizin sönmediğini görüyorsun. Sizin zayiatınızla bizimki arasında fark vardır. Biz sizden Kıbrıs’ı alarak kolunuzu kestik. Siz ise, donanmamızı yok etmekle sakalımızı traş etmiş oldunuz. Kesilmiş kol yerine gelmez. Lâkin traş edilmiş sakal daha gür çıkar.”
22 Nisan 2015 Çarşamba
SOKULLU MEHMED PAŞA
Kıbrıs’ın fethi esnasında Venedik elçişi Barbaro memleketten çıkarılmayarak İstanbul’da bırakılmıştı. Elçi, Türk donanmasının 1571 yılıında İnebahtı’da mahvından sonra Osmanlı hükümetinin sulhe tarafdâr olup olmadığını ve haçlılara tâviz verip vermeyeceğini anlamak istediğinden mülakat esnasında Sokullu’yu yoklamıştır. Bunun üzerine veziriâzam Sokullu Mehmed Paşa ona şu tarihi cevabı vermiştir.
“İnebahtı muharebesinden sonra ceseratimizin sönmediğini görüyorsun. Sizin zayiatınızla bizimki arasında fark vardır. Biz sizden Kıbrıs’ı alarak kolunuzu kestik. Siz ise, donanmamızı yok etmekle sakalımızı traş etmiş oldunuz. Kesilmiş kol yerine gelmez. Lâkin traş edilmiş sakal daha gür çıkar.”
“İnebahtı muharebesinden sonra ceseratimizin sönmediğini görüyorsun. Sizin zayiatınızla bizimki arasında fark vardır. Biz sizden Kıbrıs’ı alarak kolunuzu kestik. Siz ise, donanmamızı yok etmekle sakalımızı traş etmiş oldunuz. Kesilmiş kol yerine gelmez. Lâkin traş edilmiş sakal daha gür çıkar.”
21 Nisan 2015 Salı
II. ABDULHAMİT
Onun döneminde halkla birlikte bir modernleşme yoluna
gidilmiştir. Şehzadeliğinde piyano ve Batı müziği dersleri almış ve keman
çalmıştır. Modern bahçe bakımına ilgi göstermiştir. Sedef ve fildişi kakma,
oyma ve süsleme işlerindeki maharetinin aynı sıra usta bir marangozdur. Antika
koleksiyonuna sahiptir. Padişahın başka bir merakı da polisiye roman okumak
daha doğrusu okutmaktı. Seyahat edemediği için bütün dünyaya ait
seyahatnameleri tercüme ettirip okutmuştur. Fotoğrafçılığa merakı vardı, ama
kendisinin fotoğraflarının çekilmesinden hiç hoşlanmazdı. Saat tamirciliğinde
ustaydı. Özenli ama sade giyinen padişah günde iki üç defa elbise değiştirirdi.
12 Nisan 2015 Pazar
Saniye Saniye Yangına Gidiş
Yangın söndürmeye giden tulumbacılar
Yangına gidişte, mahalle sandıkları arasında büyük rekabet olurdu. Çünkü tulumbacılıkta en önemli şey yangını söndürmek kadar yangına ilk giden ve ilk dönen olmaktı. Uzak semtlerin sandıkları, koşularda semtin yerlilerini geçmeye uğraşırlardı. Geçilen takım, 'sandık kaptırma'ya uğramış olur, bu çok alçaltıcı kabul edilirdi.
Takımlar, gerek yangın yerine giderken, gerekse yangını söndürürken çeşitli naralar atarlardı. Meşhur sandıklardan Zindankapılılar: 'Düşmanına kelepçe vuran mini mini Zindanlı' ; Mevlevihanekapılılar : 'Hak yoluna döner Hazret-i Mevlevihaneliler' ; Fenerliler: 'Derede yüzer, karada gezer, dostu düşmanı gözünden sezer, böyle gelir böyle gider Fener uşakları' diyerek nara atarlardı. Yangını söndüren tulumbacılar dönerken hangi sınıf veya mahallenin tulumba ocağından olduklarını belirtmek için halkın kalabalık olduğu yerlerde "Haayt... Karada aslan, denizde kaplan, yetmiş iki buçuk millete duman attıran, yaman gelir yaman gider. Beyoğlu'nun yiğitleri bunlar!" gibi naralar atarlardı. Tulumbacılar tarafından kendilerine kurban hediye edilirdi. Bu kurbanın boynuzları yaldızlanır, bir süre bakıldıktan sonra da kesilerek ziyafet verilirdi. Ayrıca, mahalle halkı ve sigorta şirketleri de tulumbacılara bahşişler verir ve bunlar sandık mensupları tarafından pay edilirdi.
9 Nisan 2015 Perşembe
Bir Devre Adını Veren Çiçek: Lale
Lalenin İstanbul'da en güzel olduğu yerler Emirgan Korusu'yla Sultanahmet Meydanı'dır.
Avrupalıların, "tulipa" dedikleri lale ile tanışmaları Kanuni asrında olmuştur. Avusturya elçisi olarak İstanbul'a gelen Busbecq'in dönüşte götürdüğü lale soğanları sayesinde bi çiçek Avrupa'da yayılmıştı. Sonraki yıllarda ise Hollanda'da tam bir lale çılgınlığı yaşanmıştı. Bizde lale çiçeğinin en itibar gördüğü asır Sultan Üçüncü Ahmed'in saltanatı zamanındaki Lale Devri'dir (1718-1730).
İstanbul'da şehir zarafet ve nezaketinin en değerli unsurlarından sayılan lale etrafında, edebiyatın mimariye kadar geniş bir kültür oluşmuş, çiniler ve kumaşlar lale motifleriyle süslenmiştir. Hakkında çeşitli kitaplar yazılmış, yüzlerce türü yetiştirilmiştir.
Soğanlı ve otsu bir bitki olan lalenin ayrı bir yeri vardır. Ecdadımız, laleyi Orta Asya'dan getirmiş, yaşadıkları topraklara yaymıştı. Ebced hesabına göre 'lale' kelimesindeki harflerle "Allah" lafzındaki harflerin toplamı aynıdır.
Mazhar-ı ism-i Celal olmasa idi lale
Bulamazdı bu kadar rütbe-i vala lale
(Lale, eğer Hazret-i Allah'ın (c.c.) ism-i şeriflerine mazhar olmasa idi. bu kadar büyük bir rütbeye erişemezdi. )
8 Nisan 2015 Çarşamba
Padişahın Hediye Ettiği Kurbanlar
Osmanlı Devleti'nde "Ümera ve nüzzardan sadr-ı vüzera ve kibar-ı ulema ve rical-i ebed-bekaya" kurbanlık hediye edildiği gibi "nefs-i hümayun ve rical-i enderuna da erkan-ı devletten" kurbanlık takdim edilmekteydi. Bunların yanında padişah da kendisi için satın aldırdıklarıyla beraber devlet ricaline ve bendeganına hediye edilmek üzere de büyük miktarda koç aldırmaktaydı. Gerek tarih kitapları ve gerekse hatıratlarda, Kurban bayramlarında akraba, bendegan ve hayır müesselerine koç hediye etmenin kadim bie an'ane olduğunu görmekteyiz ki bu adet sarayda sa cari idi.
Satın alınan koçların miktarı ve fiyatı ağnam müdürü tarafından tesbit edilip tanzim edilen ilmühaberle saraya bildirilirdi. 1333 numaralı Cevdet Saray tasnifinde yer alan ilmühaberlerde geçtiğine göre, 1850 (1266) tarihinde Kurban Bayramı için toplam 204 kurbanlık alınmış olup bunların 114 tanesi "Enderun-ı Hümayun'da bulunan bazı bendegana i'ta" olunurken 90 tanesi ise "tekayaya" takdim edilmişti. 1851 (1267) senesinde ise satın alınan kurbanlıkların miktarı 213'ü buluyor, bunların 123 tanesi Enderun'a yine 90 tanesi tekkelere bağışlanıyordu. Padişah, kurbanlıklarını umumiyetle türbedarlar, müezzinler, cami hademeleri, fukara, mskinler, tekke şeyhleri, mevlevihaneler, medreseler ve dergahlara bağışlamaktaydı. Ayrıca sarayda padişah namına kesilen kurbanların etleri saray mutfağına girmez, bunlar da civarda bulunan fakir ve muhtaçlara dağıtılırdı.
Satın alınan koçların miktarı ve fiyatı ağnam müdürü tarafından tesbit edilip tanzim edilen ilmühaberle saraya bildirilirdi. 1333 numaralı Cevdet Saray tasnifinde yer alan ilmühaberlerde geçtiğine göre, 1850 (1266) tarihinde Kurban Bayramı için toplam 204 kurbanlık alınmış olup bunların 114 tanesi "Enderun-ı Hümayun'da bulunan bazı bendegana i'ta" olunurken 90 tanesi ise "tekayaya" takdim edilmişti. 1851 (1267) senesinde ise satın alınan kurbanlıkların miktarı 213'ü buluyor, bunların 123 tanesi Enderun'a yine 90 tanesi tekkelere bağışlanıyordu. Padişah, kurbanlıklarını umumiyetle türbedarlar, müezzinler, cami hademeleri, fukara, mskinler, tekke şeyhleri, mevlevihaneler, medreseler ve dergahlara bağışlamaktaydı. Ayrıca sarayda padişah namına kesilen kurbanların etleri saray mutfağına girmez, bunlar da civarda bulunan fakir ve muhtaçlara dağıtılırdı.
Elmaslı Minare
Her Şeyi İle Mükemmel Bir Sadrazam
Sadrazam Koca Ragıp Paşa (1698-1762), her şeyi ile mükemmel bir sadrazamdı. Hem sadrazam, hem şair, hem edip idi. Bu hususiyetlerini hayatının her safhasına yansıtmıştı. Öyle ki kullandığı mühür bile istif bakımından eşine az rastlanır cinstendi. Türk milletine binası ile beraber zengin bir kütüphane vakf ve hediye etmiştir. Bu kütüphane İstanbul'da Laleli yokuşunda Ragıp Paşa Kütüphanesi'dir ki, kitapların nadirliği bakımından da zengin bir kütüphanedir.
İlk Osmanlı Borçlanması
Osmanlı Devleti, dönem dönem mali krizler yaşasa da hiçbir zaman dışarıdan borç almamıştı. Kırım Savaşı'nın ağır masrafları Babıali'yi ilk defa hariçten borç para bulmaya mecbur ettiği için, 28 Haziran 1855'te Londra'da beş maddelik bir mukaveleyle İngiltere ve Fransa'dan beş milyon İngiliz altını borç almıştır. Osmanlı Devleti, ileride devletin temellerini sarsacak olan bu borç için %4 faiz ve %1 amortisman kabul etmiştir.
6 Nisan 2015 Pazartesi
Muhteşem Topkapı Hançeri
"Topkapı Hançeri" diye ün yapan bu zümrütlü ve saatli hançer, 2/160 hazine envanter numarasıyla Topkapı Sarayı Müzesi Hazinesi'nde sergilenen en önemli eserlerden birisidir. 35 cm. uzunluğundaki hançerin kabzasının ön yüzünde 30-40 mm. ebadında, bombe tıraşlı (cabacon) üç adet iri zümrüt; arka yüzünde ise yeşil kabartma mine zeminde, minekari bezeme usulü ile yapılmış, meyvelerle dolu üç sepet resmi yer almaktadır. Kabza tepesine ise küçük bir saat yerleştirilmiş ve saatin üzerini sekizgen biçimde bir zümrüt ve çevresi altın yuvalı masa kesimli küçük elmaslarla süslü bir kapak ile örtülmüştür. Hançerin tabanı kendinden kabartma çizgili ve süslemesizdir.
Kını altın ve kum kakma zeminlidir. Bir yüzü, altın oyma tekniğiyle işlenmiş 1 ile 3-4 karatlık gül ve basamak kesimli elmaslarla bezemelidir. Kının bu yüzünün orta yerinde ve arka yüzeyinde de yine yeşil zemin üzerinde, beyaz bir sütun tarafından taşınan içi çeşitli meyvelerle dolu bir sepetten oluşan kabartmalı mine süslemeler yer almaktadır. Kının çamurluğunda küçük bir habbe biçiminde delikli zümrüt bulunmaktadır.
5 Nisan 2015 Pazar
İstanbul'un Merkezi
Eskiden "İstanbul" denildiğinde "Suriçi", yani İstanbul'un, etrafı surlarla kaplı kısmı kastedilmekteydi. Buraya aynı zamanda Nefs-i İstanbul (İstanbul'un Merkezi) denirdi. Bu surlar, Sarayburnu'ndan Haliç kıyısı boyunca Ayvansaray'a; Marmara kıyısı boyunca Yedikule'ye; oradan Topkapı'ya; Topkapı'dan da Ayvansaray'a uzanıyordu. Surların dışına çıktığımızda, bir bakıma Nefs-i İstanbul'dan veya Suriçi'nden çıkmış oluyoruz. Elbette bugün İstanbul denildiğinde çok daha geniş bir saha anlaşılmaktadır.
İstanbul'a bağlı Galata, Üsküdar ve Eyüp'ün üçüne birden "Bilad-i Selase" (Üç Belde) tabiri kullanılırdı. Hatta buralardan ve civar köylerden Nefs-i İstanbul'a gidileceği vakit "İstanbul'a gidiyorum" veya "İstanbul'a iniyorum" denilirdi.
İstanbul'a bağlı Galata, Üsküdar ve Eyüp'ün üçüne birden "Bilad-i Selase" (Üç Belde) tabiri kullanılırdı. Hatta buralardan ve civar köylerden Nefs-i İstanbul'a gidileceği vakit "İstanbul'a gidiyorum" veya "İstanbul'a iniyorum" denilirdi.
Padişahların Cülus Merasimleri
Sabah namazını Ayasofya Camii'nde kılarak "cülus" denilen tahta oturma merasiminde bulunmak için başta Sadrazam, Şeyhülislam ve Nakibüleşraf, İstanbul'da bulunuyorsa Kırım Hanı, hükümet mensupları, kubbe vezirleri, kadıasker ve defterdar olmak üzere ileri gelen devlet ricali, yine İstanbul!da ise Anadolu ve Rumeli Beylerbeyi ile bu vazifelerde evvelce bulunmuş olanlar ve Kaptan-ı Derya, Topkapı Sarayı'nın Birinci ve İkinci Kapısı'ndan (Bab-ı Hümayun ve Babüsselam) geçerek Üçüncü Kapı'nın (Babüssaade) önünde kurulmuş olan cülus tahtının önünde derecelerine göre yerlerini alırlardı. Yeni padişah Üçüncü Kapı'dan görününce Divan çavuşları evvela:
"Aleyke avnullah" (Allah'ın yardımı seninle olsun) diye alkış yaparlardı. Padişah tahta doğru yürürken bu sefer:
"Uğurun açık olsun, ikbalin füzun. Padişahım devletinle çok yaşa!" alkışı yapılırdı. Padişah ilk defa tahta oturunca ise:
"Maşaallah! Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!" şeklinde alkışlanırdı ki bu, zamanla halk arasında adet haline geldi.
Bayram tebrikleri de hemen hemen aynı şekilde olurdu. Padişahlar cuma selamlığı için at veya arabaya binmek için saray kapısından çıkarken:
"Uğurun hayrola, yaşın uzun ola; Allah, efendimize ömürler vere, devletinle çok yaşa!" alkışı yapılırdı. Camiden çıkarken de orada bulunanlar:
"Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var! derlerdi.
3 Nisan 2015 Cuma
Minyatürk Aslında Bir Osmanlı Projesi
Süleymaniye maketi dünyada bilinen ve kayda geçen ilk sergi maketidir. |
Osmanlı Padişahları Bir Şiire Sığdı
Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında yaşamış olan Ahmed İzzet Paşa, Osmanlı padişahlarının tümünü bir şiirde şu şekilde anlatır:
Mehemmed, Mustafa dörder Murad adında beş sultan
Üçer hükmetti bu mülke Selim ü Ahmed ü Osman
Süleyman, Bayezid, Abdülhamid, Mahmud ikişerdir
Birer Abdülmecid, Abdülaziz, İbrahim ü Orhan
Ahmed Badi Efendi de, Riyaz-ı Belde-i Edirne isimli eserinde ve diğer ilmi çalışmalarında kendisine büyük destek veren valinin padişahları saydığı dörtlüğüne, fetret devri padişahlarını ilave ederek şöyle bir nazire yapmıştır:
Mehemmed, Mustafa dörder Murad beş Al-i Osman'da
Üçer geldi Süleyman ü Selim ü Ahmed ü Osman
İkidür Bayezid, Abdülhamid, Mahmudu bir Musa
Dahi Abdülmecid, Abdülaziz, İbrahim ü Orhan
Mehemmed, Mustafa dörder Murad adında beş sultan
Üçer hükmetti bu mülke Selim ü Ahmed ü Osman
Süleyman, Bayezid, Abdülhamid, Mahmud ikişerdir
Birer Abdülmecid, Abdülaziz, İbrahim ü Orhan
Ahmed Badi Efendi de, Riyaz-ı Belde-i Edirne isimli eserinde ve diğer ilmi çalışmalarında kendisine büyük destek veren valinin padişahları saydığı dörtlüğüne, fetret devri padişahlarını ilave ederek şöyle bir nazire yapmıştır:
Mehemmed, Mustafa dörder Murad beş Al-i Osman'da
Üçer geldi Süleyman ü Selim ü Ahmed ü Osman
İkidür Bayezid, Abdülhamid, Mahmudu bir Musa
Dahi Abdülmecid, Abdülaziz, İbrahim ü Orhan
Çırağan Vakası
Osmanlı'yı Osmanlı Yapan Ve Osmanlı'yı Yıkan Sebepler
Osmanlı'yı Osmanlı yapan İslam'a ve onun emirlerine bağlılık ve insanlığa hizmet şuuru idi. Dünyada yaydıkları adalet nizamı bunun en büyük delilidir. Tanzimat devrine gelinceye kadar hem padişahlar hem devlet adamları bu adalet nizamına sadakatte kusur etmemeye gayret etmişlerdir. Fakat ne zaman ki devlet adamları bu prensiplerden ayrılmaya başlayıp padişahlar yalnız kaldılar, o zaman yıkılmak kaçınılmaz olmuştur.
Sultan Abdülaziz Han gibi bir padişahı haklı hiçbir sebep yokken tahtından indirip bir komplo neticesi katletmeleri bu yalnızlığın ve yıkılışın tablosunu ortaya koymaktadır. Yine Sultan İkinci Abdülhamid Han gibi bir padişahı bir komplo neticesi tahtından indirip, milyonlarca kilometre kare toprağa hakim olan devleti, bir tarihçimizin dediği gibi "Konya ovasına sıkıştırdılar". Devlet öyle bir hale getirildi ki Sultan İkinci Abdülhamid Han 1909'da tahtından indirildikten sonra, devleti beş sene gibi kısa bir zamanda felaketin tam ortasına sürükleyip dokuz sene içinde de tamamen işgal altında bıraktılar.
Sultan Abdülaziz Han gibi bir padişahı haklı hiçbir sebep yokken tahtından indirip bir komplo neticesi katletmeleri bu yalnızlığın ve yıkılışın tablosunu ortaya koymaktadır. Yine Sultan İkinci Abdülhamid Han gibi bir padişahı bir komplo neticesi tahtından indirip, milyonlarca kilometre kare toprağa hakim olan devleti, bir tarihçimizin dediği gibi "Konya ovasına sıkıştırdılar". Devlet öyle bir hale getirildi ki Sultan İkinci Abdülhamid Han 1909'da tahtından indirildikten sonra, devleti beş sene gibi kısa bir zamanda felaketin tam ortasına sürükleyip dokuz sene içinde de tamamen işgal altında bıraktılar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)