28 Aralık 2014 Pazar

İmparatoriçe Ne Bilsin?

Sultan Abdülaziz Han'a Avrupa seyahatinde Hariciye Nazırı Keçecizade Mehmed Fuat Paşa refakat ediyordu.O sırada Karadağlılar baş kaldırmışlardı.Hususi bir konuşma sırasında İmparatoriçe Eugenie,Sultan Abdülaziz'den Karadağlılar hakkında daha müsamahalı davranılmasını istedi.Bunun üzerine padişah nezaket ve vakarla şu cevabı verdi:''Memleketinden bir karış toprak vermenin bir padişah için ne kadar güç olduğunu İmparatoriçe bilmezler,fakat imparator bunu pek güzel anlarlar.''
Bunu üzerine Üçüncü Napolyon:''Bu cevabın yerinde olduğunu takdir etmemek mümkün değildir!'' dedi ve Eugeine de böyle bir şey söylediği için pişman oldu.

27 Aralık 2014 Cumartesi

Çadırı Başına Yıktırılan Sadrazam

Osmanlı padişahları,bir sefer sırasında,hareketlerinden memnun olmadıkları sadrazamı çadırını başına yıktırmak suretiyle azlederlerdi.Bu çeşit azli ilk defa tatbik eden Fatih Sultan Mehmed'dir.
Fatih,Karaman seferi sırasında sadrazam Mahmud Paşa'yı çadırını başına yıktırarak azlettirmiştir.
Çadırı başına yıkılarak azledilen bir başka sadrazam da Hersekzade Ahmed Paşa'dır.Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran Seferi dönüşünde,Amasya civarında,halkın,yeniçerilerin yağmacılığından şikayeti üzerine gazaba gelen padişah,sadrazamı çadırını başına yıktırarak azlettirmiştir.
Çadırın direklerini söktürerek yıktırmanın iktidardan düşme alameti olması,eski zamanlardan kalma bir Türk adeti'ydi.

Ağakapusu Yangın Kulesi ve ''Köşklüler''

Yeniçeriler devrinde Süleymaniye'de Yeniçeri Ağalığı Sarayı'nda (Bugünkü İstanbul Müftülüğü ve Biyoloji Enstitüsü'nün yerinde) ahşap bir yangın kulesi ve kulenin üstünde yeniçeri tulumbacılarının yangın gözledikleri bir köşk vardı.Eski tulumbacılık teşkilatında yangını mahalle bekçilerine haber veren ulaklara ''Köşklü'' denilmesi buradan kalmıştır.Yeniçeri ocağının kaldırıldığı sıralarda bu kule de yanmıştır.Sonra bugünkü Bayezid Yangın Kulesi yapıldı.

24 Aralık 2014 Çarşamba

Sultan Abdülmecid'in Hassasiyeti

Sultan Abdülmecid, Hazreti Peygamberimiz'in türbesini tamir ettirmiştir. Mimarlar türbe duvarına Abdülmecid'in adını taşıyan bir tuğra asmışlar.Padişah bunu duyunca çok kızmış ve şöyle demiş:"Siz utanmaz mısınız? Benim adımın Peygamberimiz'in türbe kapısının üstünde ne işi var.Hemen oradan söküp kapının dibine, ayak hizasına koyun."
Yine Abdülmecid Han Ravza-i Mutahhara için yaptırdığı şamdanlara adını yazdığı için kuyumcuyu azlettirmiş ve kızarak:"Benim adımın orada işi ne, eğer yazacaksan günahkar Abdülmecid yazmalıydın." demiş.

22 Aralık 2014 Pazartesi

Tarihi Bir Miras Nasıl Yok Oldu?

Tarihten geleceğe kalan kıymetler milletlerin hafızasıdır. Bu kıymetler yok olursa hafıza da yok olur.
Osmanlı mirasından Sultan Dördüncü Murad'a ait bazı eşyalar bir tiyatro oyunu için müzeden çıkartılmış ve tiyatronun oynandığı İstanbul Kültür Sarayı'na götürülmüş, buranın yanması üzerine bu eşyalar da yanıp kül olmuştur. Zamanın idaresi tarafından Topkapı Sarayı Müzesi'nden dışarıya çıkartılmasına izin verilen bu eserler maalesef büyük bir ihmal yüzünden yok olup gitmiştir.Zamanın basınında "Bir Sanat Hazinesi Kül Oldu" şeklinde verilen haberde aslında kül olan sadece bir sanat hazinesi değil, aynı zamanda bir milletin hafızasıdır.
Sultan Dördüncü Murad hakkında oynatılan "IV. Murat"  isimli tiyatro için ki, bu oyunun metni tarihi bilgilere çok aykırıydı.Padişahın Topkapı Sarayı'ndan İstanbul Kültür Sarayı'na getirilen ve burada bir salonda teşhir edilen bu şahsi eşyaları 27 Kasım 1970 Cuma günü İstanbul Kültür Sarayı'nda çıkan bir yangında kül olur gider.Bunlar bilinenleri. Ya bilinmeyenleri...

21 Aralık 2014 Pazar

Osmanlı "Devlet" midir, "İmparatorluk" mudur?

Osmanlı bir devlettir, yani Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye'dir (Büyük Osmanlı Devleti).Osmanlı padişahları kurdukları bu devlete hiçbir zaman "imparatorluk" dememişlerdir Çünkü imparatorluk tabiri daha çok sömürü düzenine sahip devletler için kullanılmıştır.Imperium kelimesinden gelen imparatorluk tabiri, tek taraflı idare eden, tek taraflı olarak menfaatlenen güç demektir.Hakim güç, idaresi altında barınanlara istediği muameleyi reva görme hakkına sahiptir.Osmanlı ise tek taraflı değil, idaresi altında veya dışında olsun her kavme adaletle adaletle yaklaşmış bir devletti.Osmanlıların kendi devletlerine vermedikleri ismi o devlete yakıştırmak tarihi hakikatlere asla uymaz.Çünkü eğer imparatorluk deselerdi "İmparatoriye'i Osmaniyye (Osmanlı imparatoru) demeleri icap ederdi ki, bu şekilde bir ifade milyonlarca arşiv vesikası arasında asla görülmemiştir. Yabancılar bu devlet için bu tabiri kullanmış olabilirler.Ancak padişahlar asla kullanmamışlardır.Bu hususta araştırmacılar için; bkz. M. Maksudoğlu,"Osmanlı Devleti mi, Osmanlı İmparatorluğu mu?", M.Ü., İ.F. Dergisi Sayı 5-6, 1987-1988, s. 103-117.

19 Aralık 2014 Cuma

Osmanlı Sarayı'nda Bayram Merasimi

Osmanlı Devleti'nde bayram merasimleri çok büyük ehemmiyet ve itina ile yapılırdı.Bu merasimlerin başında sarayda yapılanlar gelirdi.Fatih Sultan Mehmet Han tarafından kanun haline getirilen bayramlaşma merasimlerinin belli usül ve kaideleri vardı.Namazın kılınacağı yerden başlamak suretiyle, bayramlaşma merasimine, hediye ve ihsanların dağıtılmasına kadar bu kaideler tespit edilmiştir.
Padişah sabah namazını Topkapı Sarayı'nda hırka-i saadet Dairesi'nde kıldıktan sonra hırka-i saadet kapısı önüne bit kafes konulur , içeriye de taht kurulurdu.Padişah oturduktan sonra orada hazır bulunan imam ve hatipler birer aşrı şerif okurlardı.Bundan sonra hazinedar başı bunlara hediye ile caizelerini verir, ardından mehter çalmaya başlardı.Mehter çalarken oradakiler,"Ve hemişe bunun emsali eyyama erişmek nimeti müyesser ola" diye alkış tutarlardı.Duacı çavuşlarda hep bir ağızdan duaya başlarlardı.
Padişahın bayramını tebrik edecek olanların isimleri önceden tespit edilirdi.Bu kimseler sabah namazından sonra saraya gidip Kubbealtı'nda toplanırlardı.Teşrifati efendi, silahdar ağa vasıtasıyla Sünnet Odası'nda oturan padişaha durumu arz ettikten sonra padişah da Arz Odası'ndan çıkıp taht-ı hümayun önüne gelir ve tahta otururdu.Nakibüleşraf efendi ellerini kaldırıp bir dua okuduktan ve etek öptükten sonra huzurdan çıkardı.Enderun ağaları da yüksek sesle "Aleyke avnullah" (Hazreti Allah'ın yardımı üzerine olsun) derlerdi.

18 Aralık 2014 Perşembe

Sultan İkinci Mahmud Han'ın Rekoru

Osmanlı devrinde okçuluk sahasında en iyi atıcılarından biri de Sultan İkinci Mahmud Han'dır.Zamanın en ünlü kemankeşlerinden biri olarak tanınan padişah ilk rekorunu 17 Eylül 1829'da kırdı ve İstanbul Ok Meydanı'nın Cerrah Menzili'ndeki 1157,5 gezlik menzil taşını 1172 gez (773 metre 52 santim) uzağa götürdü.Bundan sonra çeşitli menzillerde mühim rekorlara ulaşan devrin padişahı en iyi derecesini 24 Ekim 1836 günü yaptı.İstanbul Pk Meydanı'nda Topyeri Menzili'nde yaptığı bu rekorda attığı oku tam 1288 gez mesafeye (810 metre 48 santim) ulaştırmayı başardı.Sultan İkinci Mahmud Han'ın bu derecesi, İstanbul Ok Meydanı tarihinde tüm kemankeşler tarafından elde edilen en iyi dereceler arasında altıncı sırayı almaktadır.

17 Aralık 2014 Çarşamba

Sadaka Taşları

Osmanlı sultanları, devlet adamları, zenginler ve hayır sahipleri hayır işlerinde benzeri görülmemiş bir hassasiyet ve gayret göstermişlerdir.Bugün bile hayretle karşılanabilecek derecede hizmetleri yürütücek müesseseler kurmuşlardır.
Yardımlaşma İslam devletlerinde hemen hemen her devirde titizlikle yürütülmüştür.Fakat Osmanlı devrinde çok daha hassasiyet kazanmıştır.Zengin hayır ve hasenatını yaparken, kimseyi rencide etmeden yapar, fakir de ihtiyacını görürken fazlasına tevessül etmezdi.Her gün muntazam olarak fakir ve fukaraya harçlık dağıtan, her türlü ihtiyaçlarını temin eden vakıfların yanında bir de camilerin ve bazı vakıf binalarının belirli yerlerinde, pencere altlarında, duvar oyuklarında keselikler olurdu.Bizzat para konularak hayır yapılan bu keseliklerden başka bir de sadaka taşları vardır.Sadaka taşları genelde cami avlularında, bazı tekkelerin bahçelerinde, vakıf binalarında ve fakir semtlerinde olurdu.20-40 santim kadar çapı olan taşların boyu bir buçuk-iki metre kadar olup, baş kısımlarında küçük bir oyuk bulunurdu.Bu oyuklara zengin ve hayır sahipleri kimsenin göremeyeceği zamanlarda, ya sabah çok erken saatte, ya da akşam karanlığında para bırakırlardı Fakir de buradan ihtiyacı kadar olan parayı alır, gerisine dokunmazdı.Sadakayı verende, alanda birbirini görmezdi.Günümüzde çok azı ayakta kalabilen bu sadaka taşlarından birisi Üsküdar'da Doğancılar caddesi üzerinde, İmrahor Cami yanındadır.Taşın bulunduğu yer restore edilmiş, etrafı renkli taşlarla süslenmiş ve koruma altına alınmıştır.Acaba bugün, buraya para bırakan zengin ve hayır sahibi, oradan ihtiyacı kadar olanı alacak fakir var mıdır? Burası bilinmez.

15 Aralık 2014 Pazartesi

İstanbul'un İlk Kadısı "Hızır Bey"

   İstanbul`u fetheden Fatih Sultan Mehmet, fethin üzerinden yaklaşık on sene sonra cami inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Sinan Atik isimli Rum mimara (bazı kaynaklarda bu mimarın ismi Khristodoulos olarak da geçmektedir) teslim eder.
    Fatih Sultan Mehmet, fetihten on yıl sonra da Mimar Atik Sinan’a, kubbesi Ayasofya’dan daha büyük bir cami yapması için emreder.
      Atik Sinan her ne kadar bu işe “Emrin başım üstüne” diyerek başlasa da malzemeler arasında bulunan yüksek mermer sütunları kendi hesabına göre ölçüp biçip “üç arşın” kestirdikten sonra yaptığı cami Fatih’in istediği ölçüde heybetli olmaz.
    Fatih Sultan Mehmet, yeni yapılan camiyi görünce “Kubbesi Ayasofya’dan daha büyük olsun...” emrine neden uyulmadığını sorar. Mimar; büyük bir depremde caminin yıkılacağından korktuğu için kubbesini Ayasofya’dan daha küçük yapmak zorunda kaldığını ve bu yüzden sütunları kestirdiğini söyler.
      Fatih, mimarın hem Ayasofya’yı (emrine rağmen) özellikle kayırdığını düşündüğü için hem de kendinden izin alınmadan böyle bir işe kalkıştığı için “Mermer sütunları kesen ellerin kesilmesi” emrini verir...
      Mimar Atik Sinan bunu özellikle yapmadığını “Hesaplarına göre Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük bir kubbenin, ilk depremde yıkılacağını” düşündüğünü söyler ama emir büyük yerdendir ve geri dönüşü yoktur.
      Fakat çevresindekilerin de cesaretlendirmesiyle, mimar haklılığına olan güvenini daha da bir pekiştirir ve “İstanbul’u fetheden, fatihler fatihi, Padişah Fatih Sultan Mehmet”i mahkemeye verip hakkını aramak için Kadı Hızır Bey’e şikâyet eder...
     Bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından atanmış, Osmanlı adaletini simgeleyen Kadı Hızır Bey, mimarı dinleyip dava açılması için haklı sebep olduğuna kanaat getirir ve Fatih Sultan Mehmet’in mahkeme edilmesine karar verir...
      Fatih mahkemeye gelir ve duruşma başlar; Fatih Sultan Mehmet çok büyük bir insan olabilir ama emrindeki birini mahkeme etmeden cezalandırmıştır. Karşı taraf savunmasını yapar, mimar gerekçelerini açıklar ve kadı kararını verir: Fatih Sultan Mehmet suçlu bulunur ve kendisi de mimara uyguladığı cezayla yani elleri kesilerek cezalandırılacaktır...
      Bunu duyan Mimar Atik Sinan kulaklarına inanamaz ve kadıya yalvararak şikâyetini geri çeker. Kadı, bunu göz önünde bulundurarak cezayı maddi tazminata çevirir ve mimara yüklü bir miktarda para verilmesine karar verir...
      Evliya Çelebi`nin aktardığına göre, karardan sonra Fatih, çıkardığı demir sopayı kadıya göstererek; "Eğer sen Allah`ın hükmünü uygulamayıp, elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla başını paramparça ederdim" der. Kadı Hızır Bey de sakladığı kamayı çıkararak cevap verir: "Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin, ben de bununla seni delik deşik ederdim" der.      Mimarın yaptığı bu cami gerçekten de 1766 depreminde yıkılmış, yerine Fatih Külliyesi yapılmıştır.

13 Aralık 2014 Cumartesi

Osmanlı'da Rüşvet Tahkikatı

Osmanlı'da rüşvetin tespit edilmesi durumunda sürgünden idama kadar çeşitli cezalar verilmekteydi. Bu suçu işleyen herkese aynı ceza verilmemekte, suçu işleyenin rütbe ve makamı arttıkça verilen cezalar da ona göre artmaktaydı. Rüşvete verilen cezalar, alınan rüşvetin bir kaç misli kadar para cezası, hapis, nefiy (diğer şehir veya memleketlere sürgün), azil (görevden alma), kalebendlik (kalede hapislik), kürek (kadırga veya kayıklarda kürek çekme), katl (idam) gibi çeşitli şekillerde olabilmekteydi.

Osmanlı'da bir Sadrazam rüşvet suçundan idam edilirken bir Yeniçeri Ağası da görevden azledilerek sürgün cezasına çarptırılmıştır. Osmanlı arşivlerinde rüşvet hakkındaki belgelerde oldukça ilginç verilere rastlanmaktadır. İşte onlardan bazıları:

• 1850 senesi, rüşvet ve gayr-i meşru hediyenin alınmamasının temini için düzenlenen yemin töreninin livadaki bütün memurların iştirakıyla yapıldığına dâir Sofya Meclisi’nin mazbatası.

• 1857 senesi, Şehr-i Zor Mutasarrıfı Takıyyüddin Paşa’nın Mal Refik-i Evveli Fethi Efendi hakkındaki rüşvet iddiasının Bağdat Meclisi’nde görülmesi.

• 1892 senesi, Fransa’da Panama Kanalı meselesinde rüşvet alan Nafia Nazırı (Bayındırlık Bakanı) Mösyö Bayu’nun tutuklanması..
                                       
• 1902 senesi, Drama Kaymakamı Emin Paşa’nın para, malzeme ve rüşvet aldığı hakkındaki iddiaların gizli olarak araştırılıp sonucun bildirilmesi.
                             (Osmanlı Ölümsüz Çağ)

12 Aralık 2014 Cuma

Osmanlı Türkçesi

Osmanlıca veya Osmanlı Türkçesi,Osmanlı Devleti’nin hükümranlığı boyunca resmi yazışmalarda, edebi, ilmi ve benzeri  eserlerde kullanılan yazı dilidir.Önceleri sade halk Türkçesi iken zamanla,Arapça, Farsça kelime ve terkiplerin Türkçe cümle ve gramer yapısıyla birleşmesi sonucunda sun’i ve karma bir dil ortaya çıkmıştır.
Şuan gündemimizi çok fazla meşgul eden bu dil; ecdadımızın,dedelerimizin ana dilidir.Bu Türkçeyi öğrenmek ne bize ne de başkasına bir zarar verir.Kendi zannımca Osmanlı Türkçesini öğrenmeli, gidip  eski kütükleri okuyup nereden geldiğimizi, nerede yaşadığımızı, dedemizin nerelerden göçüp geldiğini öğrenmeliyiz.Özellikle hukukçular, tarihçiler, bürokratlar, diplomatlar bu Türkçeyi ana Türkçe gibi bilmelidirler.
Kısacası Osmanlı Türkçesi tarihimizi öğrenmek ve anlamak, geçmişimizi öğrenmek ve yorumlamak için çok önemlidir.Tarihimize sahip çıkmak için bu dili öğrenmeliyiz.

11 Aralık 2014 Perşembe

Kânûnî Sultan Süleyman Han

Kânûnî Sultan Süleyman Han Osmanlı sultanları arasında belki de en çok tanınanıdır.Bazıları için hazır bir sistemin başına oturup bu başarılara imza atmış olsa da, Kânûnî birçok yönden Osmanlı'nın en parlak asrını yaşatmıştır.İşte at sırtından inmeyip, on altıncı asrı Türk Çağı yapan Sultan'ın pek bilinmeyen yönleri:
+Onun için devlet yönetiminde dört olgu önemliydi:
-Devleti yönetmek için büyük bir ordu,
-Orduyu yönetmek için büyük bir ekonomi,
-Ekonomiyi yüksek tutmak için halkın refahının yüksek olması,
-Halkın refahının yüksek olması için adil bir yönetim. Bunlardan biri bile olmazsa devlet çökmeye mahkum olacaktır.
+Kırk altı yıl ile en uzun saltanat yaşayan Osmanlı hükümdarıdır.6.557.000 km2 olan Osmanlı topraklarını 15 milyon km2'ye genişletmiştir.
+Otuz yıl içerisinde yirmi beş seferi bizzat yönetmiştir.
+Sadece parlak bir asker ve yönetici değil aynı zamanda şairdir.Evlendiği cariyelerden Hürrem Sultan'a (Roxalena) yazdığı şiirlerine "Muhibbi" olarak imza atmıştır.
+Mimar Sinan, Süleymaniye Camii'ni yaptıktan sonra Kânûnî'ye "Padişahım! Sana öyle bir cami inşa ettirdim ki kıyamete kadar ayakta duracak metanete sahiptir."demiştir.
+Mekke, Medine ve Kudüs'te ki Kubbet-üs Sahra gibi kutsal mekanları tamir ettirmiştir.
+Fuzuli ve Baki gibi şairlere önem vererek Oamanlı'ya sanat alanında da altın çağını yaşatmıştır.

10 Aralık 2014 Çarşamba

Abdülhamid'in Ufku

Abdülhamid Han otuz dördüncü Osmanlı padişahıdır.1876-1909 yılları arasında otuz üç yıl padişahlık yapmıştır.Çok zeki ve ufku geniş bir padişahtır.Buna örnek olarak şu hadiseyi aktarabiliriz:
1877`de İstanbul`a gelen Avusturya-Macaristan büyükelçisi Viktor Graf Dubsky Bab-ı Ali`de hükümet erkanı ile görüşüp ardından da Sultan II. Abdülhamid ile görüşmüştür. Bu görüşmelerden sonra Abdülhamid Han hakkında şunları söylemiştir: 


"Hayret verici bir şey ama doğruydu. Devlet erkanı sadece kısa mesafede ileri görebiliyordu Geniş zaviyeli bir ihata kabiliyetleri yoktu. Abdülhamid`in ise aksine fazla ihata niteliği vardı. Bu zıtlık telafi edilemezdi. Edilemeyince de devlet idaresinde başlayan aksaklıklar ileride daha vahim sonuçlar verecekti. Biz bunları iyi kullanmalıydık" 



9 Aralık 2014 Salı

ABD Meclisindeki Padişah

ABD Temsilciler Meclisi salonunun duvarlarında dünyaya ün salmış yirmi üç kanun koyucuların mermerden yapılmış kabartma portleri asılıdır.Bunlardan birisi de ünlü heykeltıraş Joseph Kiselewski tarafından yapılan Kânûnî Sultan Süleyman'nın portresidir.
Kânûnî'nin bir sözü:"Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes, sıhhat gibi."  

8 Aralık 2014 Pazartesi

Fatih'in İlginç Özellikleri

Arapça ve Farsça dahil olmak üzere yedi dil biliyordu.Ayrıca Latince'yi ana dili gibi konuştuğu rivayet edilir.
Şairdi.Mahiyetindeki yüz seksen beş şairden otuzunu maaşa bağlamıştır.
Ünlü ressam Bellini'yi İstanbul'a getirip kendi portresini çizdirmiştir.
 Kânûnî 'den çok önce bir kanunname ve anayasa hazırlatmıştır.
Otlukbeli'de Uzun Hasan'ı yenince zaferini kutlamak için kırk bin esiri serbest bırakmıştır.
Otuz yıllık saltanatı süresince yirmi beş askeri harekata bizzat komuta etmiştir.
Dokuz yüz bin km olan Osmanlı topraklarını iki milyon iki yüz bin on dörde genişletmiştir.
Venedik kralı tarafından planlanan on dört suikast girişiminden kurtulmayı başarmıştır.
Ömrü boyunca iki imparatorluk, dört krallık ve on bir prensliği Osmanlı'ya bağlamıştır.

7 Aralık 2014 Pazar

Belediye Zabıta Teşkilatı'nın Kurulması

Osmanlı'da cemiyet hayatını sağlam temellere oturtmak ve kurulu sosyal düzeni korumak en önemli meselelerden biriydi.Devlet teşkilatının geniş kadrosunda yer alan "muhtesib"ler, hemen hemen bütün Müslüman devletlerde bulunmuştur. Şehirlerin genişlemesi ve hizmetlerin kontrol altına alınması maksadıyla sistemli ve modern bir yapıya ihtiyaç duyuldu.Zabıta teşkilatı, şehir merkezlerinde düzeni sağlamak amacıyla ilk defa 4 Eylül 1826 yılında "İhtisap Nazırlığı" adı altında kuruldu.Günümüzde yetkileri genişletilerek hizmet vermeye devam eden zabıta, özellikle şehrin önemli unsurları olan cadde ve sokaklardaki düzenin sağlanmasında belediyenin kolluk birimi olarak görev yapıyor. 

4 Aralık 2014 Perşembe

Kendi Askerim Beni Bu Hale Koydu

Sultan Abdulaziz Han, tahttan indirilip Topkapı Sarayı'na nakledildiği sırada, Sultan Beşinci Murad'a şu mektubu yazar:"Evvela Cenâb-ı Hakk'a sonra atebe-i şevketlerine sığınırım.Cülûs-ı hümayunlarını tebrik ile beraber, millet hizmetinde mesai sarf etmiş isem de muvaffak olamadığıma teesüf, zat-ı mülükanelerinin muvaffakiyetini temenni ederim.Milletin i'tila-i şanına, devleti temin-i istikbaline vasıta olabilecek sebepleri zatı mülükanelerine amade etmiş olduğumu unutmazlar sanırım. Kendi elimle silahlandırdığım askerin beni bu hale koyduğunu hatırlamalarını arz ve tavsiye ederek, mürüvvet ve insanlık, sıkıntıdakilere yardım etmek meziyetini gösterdiğinden, bulunduğum feci ızdıraptan halas ile hususi bir mekan için, inayet-i şehriyarilerini rica eder ve Saltanat-ı Al-i Osmaniye'yi, Sultan Mecid hanedanına terk eylerim."

3 Aralık 2014 Çarşamba

En Uzun Süre Padişahlık Yapmış ve En Küçük Yaşta Tahta Çıkmış Padişah


46 yıl padişahlık yapmış Kanuni Sultan Süleyman Han en uzun süre padişahlık yapan padişahtır.
En küçük yaşta tahta çıkan padişah ise Sultan Dördüncü Mehmed olmuştur.
.

2 Aralık 2014 Salı

Osmanlı İlkleri ( devamı3)

16-İstanbul'da ilk şehit edilen padişah Genç Osman'dır.
17-Valide Sultan ünnvanın alan ilk padişah anası, Sultan İkinci Selim Han'ın hanımı ve Sultan Üçüncü Murad Han'ın annesi Nurbanu Sultan'dır.
18-İlk buharlı vapur Sultan İkinci Mahmud Han devrinde 1827 tarihinde İstanbul'da hizmete başlamıştır.Halk arasında "Buğ" gemisi denilen bu vapura "sür'at" adı verilmiş ve padişah da ilk yolcu olarak Rodoscuk'a gitmiştir.
19-Dünya'da ve Osmanlı'da ilk telgraf Sultan Abdülmecid Han devrinde kurulmuş ve Kırım savaşına rastlayan 1855 senesi 9 Eylül pazar günü çalışmaya başlamıştır.O gün gelen ilk telgraf haberi de Sivastopol'un alınması mücdesidir.
20-Avrupa seyahatine çıkan ilk ve tek Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz Han'dır.44 gün sürmüş olan bu seyahat esnasında Sultan Abdulaziz Han muhteşem merasimlerle karşılanmış ve birçok iltifatlarla karşılaşmıştır.

1 Aralık 2014 Pazartesi

Osmanlı İlkleri (devamı2)

11-Savaş meydanında şehit düşen ilk Osmanlı hükümdarı Sultan        Birinci Murad Han'dır.
12-İstanbul'da ilk defnedilen padişah Fatih Sultan Mehmed Han'dır.
13-İstanbul'da doğup vefat eden ilk padişah Sultan İkinci Selim Han'dır.
14-Ayasofya'da ilk cuma namazı fetihten üç gün sonra kılınmıştır.
15-İlk İstanbul valisi Karıştıran Süleyman Bey ve ilk İstanbul kadısı da Hızır Bey Çelebi'dir.Şimdiki        Kadıköy (Kadı köyü) semti bu büyük alime tahsis edildiği için bu isimle anılmıştır.

Osmanlı İlkleri (devamı1)

6-İlk sulh anlaşması 1330 tarihinde Orhangazi ile Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos arasında imzalanmıştır.
7-Orhangazi'nin büyük oğlu şehzade Süleyman Paşa'nın Rumeli'de ilk aldığı yer, Gelibolu yarımadasının Çanakkale Boğazı'ndaki Çimpe Kalesi ve limanıdır.Burası 1354'te ele geçirilmiştir.
8-İlk Osmanlı parası Osmangazi adına bastırılmıştır.
9-Yaya adı ile ilk daimi ordu 1328'de Orhangazi'nin emriyle kuruldu.
10-Osmanlı tarihinde İstanbul'un ilk kuşatması Yıldırım Bâyezîd Han tarafından 1391 senesinde gerçekleştirilmiştir.

30 Kasım 2014 Pazar

Osmanlı Tarihinde İlkler

1-Osman Gazi'nin ilk beylik merkezi Söğüt kasabasıdır Ondan sonra sırayla Yenişehir, Bursa, Edirne ve İstanbul başkent olmuştur.
2-Osmanlı tarihinde ilk mühim savaş Osman Gazi'nin 1284'teki "Ermeni Beli"savaşıdır.
3-İlk fethedilen kale, Osman Bey'in 1285'de fethettiği Kulacahisar kalesidir.
4-İlk askeri anlaşma,1306'da teslim olan Ulubat Tekfuru ile Orhan Gazi arasında yapılan anlaşmadır.   
5-İlk fethedilen ada 1308'de alınan İmralı Adası'dır.

29 Kasım 2014 Cumartesi

Osmanlı'nın Kısa Zamanda Büyümesinin 9 Sırrı


                         
Osmanlılar, kuruluşundan itibaren çok kısa zamanda üç kıtada yayılarak, büyük fetihler yapmışlardır.Büyümenin sebepleri sadece savaş ve kılıç gücüyle değildir.Böyle olsaydı kısa zamanda tarih sahnesinden silinip tarihin tozlu raflarının arasına karışırlardı.Osmanlı padişahları, Anadolu ve Rumeli'de daha ilk günden itibaren sistemli bir fetih ve iskan hareketi gerçekleştirmişlerdir.Osmanlı fütûhâtının süratli bir şekilde inkişâf etmesinin sebeplerini şu şekilde izah etmek mümkündür:
1-Askerî, idarî ve adlî teşkilatın mükemmelliği.
2-Fethedilen yerlerde,İslâmî müesselerinin kurulması.
3-Tebeaya gayet âdilâne ve şefkatli muamelede bulunulması. 
4-Fethedilen memleketlerdeki insanların din ve vicdan hürriyetine karışılmaması.
5-Evlenmeler ve akrabalıklar tesis ederek genişleme. 
6-Osmanlı memleketleri dışındaki memleketlerde can ve mal emniyetinin olmaması.
7 Osmanlı memleketleri dışındaki yerlerde huzursuzluk ve fakirliğin bulunması, Osmanlı memleketlerinin câzibe merkezi olması.
8-Askeri harekâttan önce, tebliğ için öncülerin gönderilmesi ve fethedilen yerlerde halkın can ve mal emniyetinin temin edilmesi.
9-Başka dinlere mensup olanların, kendi aralarındaki mezhep farklılıkları sebebiyle devamlı surette çatışmaları ve huzuru bulmak için Osmanlı idaresini tercih etmeleri.

28 Kasım 2014 Cuma

Fâtih Sultan Mehmed Nasıl Vefat Etti?

1481 senesi ilkbaharında Fatih Sultan Mehmed yeni bir sefere çıktı.27 Nisan 1481 Cuma günü kapıkulu askerleri ile Üsküdar'a geçti. Pâdişah Üsküdar'a geçtiğinde hasta olduğu için birkaç gün dinlendikten sonra hareket etti.Maltepe civarındaki Hünkâr Çayırı'na geldiğinde hastalığı ağırlaşınca hekimler tarafından ilacın miktarı arttırıldı.Fatih'in doktoru, Yakup Paşa isminde bir dönme idi.Papa ve Venedikliler, Fatih'in zehirlenmesi karşılığında bu doktora büyük bir servet vaat etmişlerdi.Yakup Paşa da bu servet karşılığında sultanı zehirledi.Fatih Sultan Mehmed Han zehirlendiğini anlamış fakat âniden ağır sancılar başlamış ve kan kaybı hızlanmıştı. Zehirlendikten birkaç gün sonra,3 Mayıs 1481 Perşembe günü öğleden sonra vefat etti.Ruhu Şâd Olsun ...

27 Kasım 2014 Perşembe

Murâd Edilen Sultan Selim'dir

Sultan İkinci Bâyezîd Han'ın hanımı, Şehzade Korkut'un annesi bir gün dergâha gelip Abdurrahim Tırsî Hazretlerinin hanımından:"Efendiniz, Abdurrahim Tırsîden rica edip, yardım taleb ederiz.Sultan Bâyezîd'den sonra oğlum Korkut padişah olsun. "diye ricada bulunmuştu.O da bu dileği beyine sık sık hatırlatırdı.Bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz'in huzurunda bir meclisin kurulduğunu gördü.Abddurrahim Tırsî de orada idi ve Peygamber Efendimize şehzadelerin hangisinin tahta geçmesinin daha uygun olacağını soruyordu.Sultanü'l Enbiyâ buyurdu ki:"Rum'un Kara oğlanının murâdı Sultan Selim'dir.Kara oğlan Abdürrahim Tırsî'dir."
Uyanınca hanımı hemen Abdürrahim Tırsî'nin yanına gidip rüyasını anlattı ve:"Siz şehzade Selim'in padişah olmasını istediniz.Biz sizden Korkut'un padişah olmasını rica ederdik" dedi. Bunun üzerine Abdürrahim Tırsî:"Ey hocamın kızı! Şehzade Korkut'tan evlat gelmez.Âl-i Osman'ın nesli yok mu olsun? Bu, Hak Teâlâ'nın rızasına muhaliftir."buyurdu.

26 Kasım 2014 Çarşamba

Seferden Vazgeçsin Fesâda Sebep Olur

Sultan Üçüncü Selim Han zamanı vezirlerinden Hâfız İsmail Paşa, Ömer Rızâî Hazretlerinin zaman zaman ziyaretine giderdi.1805 yılında sadâret makâmına geldiği zaman bir gün Sultan Üçüncü Selim Han:"Seksen bin asker hazır eyledim.Tuna boyuna göndermek murâdımdır.:diye emir buyurdu.Bu emri alan İsmail Paşa derhal şeyh hazretlerine gelerek durumu bildirdi ve teveccühleri ile hayır dualarına mazhar olmak istedi.Lâkin Ömer Rızâî Efendi hiçbir söz beyan etmedi.O gece rüyasında Hazreti Ebu Eyyub el-Ensâri Hazretlerinin türbe-i şeriflerine dâvet olundu.Vardıklarında kıble-i şerife karşı oturan iki muhterem zât gördü.Onlar da Ömer Rızâî Efendi'yi gördüklerinde:"Gel yâ Ömer! Bizleri bilir misin? Ben Fâtih Sultan Mehmed'im, bu da oğlum Bâyezid'dir.Sultan Selim oğlum Tuna cihetine asker göndermek ister.Ancak şimdi vakti değildir.Terk eylesin.Fesâda sebep olur, haber ver."diye emir buyurdu. Ömer Rızâî Efendi bu vakayı derhal İsmâil Paşa'ya yazarak haber verdi.Bunun üzerine harp ilânından vazgeçildi.

25 Kasım 2014 Salı

Sultan İbrahim Deli miydi ?

"Topkapı Sarayı'ndaki vesikalar tasnif edilirken, padişahlara ait birçok ferman ve mektup çıkmıştır.Sultan İbrahim'in mektupları padişah hatları arasında rekor kıracak kadar çoktur.Bu mektuplarına bakılırsa padişahın aklî durumundan ve vatanseverliğinden şüpheye düşmeye imkân yoktur.Sık sık sadrazamına yazdığı mektuplarında yurt ve millet işlerine son derece ihtimam etmesini tavsiye ediyor, hatta bazen bu tavsiyelerinde çok ileri giderek:"Eğer başın sana lazımsa şu işi böyle yap veya yapma !"şeklinde tehditlerde bile bulunuyor.Osmanlı kaynaklarında Sultan İbrahim'den övgüyle söz etmesine rağmen son dönem yazarlarından bazıları "deli" lakabını kullanmaktadırlar.Bu lakap onun katledilmesini isteyen Karaçelebizade Abdülaziz'in kin ve garaz eseri olarak attığı çirkin bir iftiradır.Ancak bu Karaçelebizade, Sultan İbrahim'in tahttan indirilmesinde mühim rol oynayan ve daha sonra öldürülmesini tertipleyenlerden biri olduğundan, itham edici sözleri şahsî kininin eseridir.Yani "Deli" lakabı aslı olmayan, sadece bir iftiradan ibaret olan bir ithamdır.Sultan İbrahim son derece zeki ve devlet işlerini en güzel şekilde yapan padişahlardan biridir.

24 Kasım 2014 Pazartesi

Küçük Kıyâmet

İstanbul'da zaman zaman şiddetli zelzeleler olmuştur. Bu zelzeleler arasında bir tanesi var ki,"Küçük Kıyamet (kıyâmet-i sugrâ )"diye anılır.Zelzeleye "kıyâmet" gibi bir adın verilmesi, ne kadar şiddetli olduğunu ve halkın nasıl korktuğunu açıkça gösterir.1509 yılı Eylül ayındaki bu zelzelede 1000'den fazla ev,100'den fazla câmi ve mescid yıkılmış,5000'den fazla insan ölmüştür. Ayrıca sayısız ev , Topkapı surları ve Topkapı Sarayı'nın büyük bir kısmı harap olmuştur.
Zelzele fâsılalarla uzun süre devam etmiş, İstanbullular bir buçuk ay müddetle evlere girememiş, çadırlarda yaşamışlardır.Saray halkı ve Padişah Sultan İkinci Bayezid Han da bu büyük felâket günlerini saray bahçesinde kurulan çadırda geçirmiştir.

23 Kasım 2014 Pazar

Osmanlı da İş Ahlâkı

Oasmanlıların iş ahlakına yabancılar her zaman hayran olmuşlardır.Bir Avrupalı seyyah diyor ki:"Bir Türk'le mi iş yapacağım; mukavele yapmaya lüzum görmem; sözü kâfidir.Ama bir Rum veya başka bir Hristiyan ile iş yapacaksam yazılı bir mukâvele yaparım."İstanbul'un bir caddesine adını veren Claude Farrere de bu konuya örnek olarak şunları söylüyor:"Yat gezisine çıkmıştım.İtalya, Malta, Yunanistan gibi memleketlerde bir sürü soyguna uğradım. Bu yüzden Türkiye'ye gelirken biraz düşünceliydim.Bu düşüncelerime rağmen  Çanakkale Boğazı'na geldik.Pasaportum olmadığı için nöbetçi  asker giriş izni vermedi.Bende rüşvet için önüne bir altın attım o ise altına ellerini kirletmemek için tekme atıp yatıma geri yolladı.Bu durum karşısında ben hayretler içerisindeydim.Ümitsizlik içerisinde geri döndüm.Ertesi gün o bölgeden bir köyde kurulan halk pazarına gittim.Burada her şey akıl almaz ucuzluktaydı.Ben de bir sürü eşya aldım.Bu insanlar benim yabancılığımdan hiç faydalanmaya çalışmadılar.Ben hâlâ hayretler içerisindeydim.Aldıklarımı iki eşeğe yükleyim yatıma doğru giderken biri kadı beş altı kişi beni tutarak pazara geri götürdüler. Ben beni öldüreceklerini sanarken onlar mallarımı saymaya başladılar.Sayım bittikten sonra kadı satıcıları sorguya çekti, öfkelendi.Onlardan bir torba dolusu para aldı.Daha sonra kadı bana dönerek, Fransızca,:"Bu torba sizindir.Çünkü, satıcılar, sana sattıkları mallardan kâr ettiler.Evet sadece yüzdece on kazandılar.Halbuki yabancıdan fazla kâr alınmaz.Kitapta şöyle der:"Yabancıya misâfirin gibi hürmet edeceksin".İşte Osmanlı memleketlerinde iş ahlâkı, tüccar ahlâkı ve kadıların hassasiyeti  böyleydi.

22 Kasım 2014 Cumartesi

Osmanlı da "İş"

Osmanlı saraylarında iki bayram hâriç bütün günler çalışma ile geçerdi.Herkea her zaman vazifesinin başında olmak mecburiyetinde idi.Osmanlı memleketlerinde herkes belirli mesleklerde çalışırdı.Her fert bir sanat öğrenmek mecburiyetindeydi.Kimse boş gezip dilenmek veya gayrı meşru geçime başvırmaya cesaret edemezdi.Kimsesizlerinse elinden tutacak bir zengin veya vakıf vardı. Sanat öğrenmek her şeyin başında gelirdi.Padişahların da bir mesleği ve sanatı vardı.Örneğin Sultan Birinci Mehmed Han yay kirişi yapardı, Fatih Sultan Mehmed iyi bir bahçıvandı, Yavuz Sultan Selim kuyumculuk yapardı.Sultan Üçüncü Selim nakkaşlık ve desen yapmada mahirdi...

21 Kasım 2014 Cuma

Kânûnî ile Mimar Sinan

Mimar Sinan'ın, Süleymâniye Câmii'ni yaptığı sıralarda, bu meşhûr mimarı çekemeyenler, kendisini Kânûnî Sultan Süleymân'a: "Câmii yapılırken kubbenin altına yan gelip nargile fokurdatır, bu ne iştir?" diye şikâyet etmişlerdi.Bunu duyan pâdişah haber vermeden câmi inşatını teftişe gitmişti.Hakîkaten Mimar Sinan'ı nargile yanında kubbenin altında bir mindere oturmuş gördü.Kızgın bir halde Sinan'a:"Bre Koca Sinan bu ne hal ?" diye sordu.Mimar Sinan sükûnetle; "Padişâhım, der.Kerem edip şu nargileyi bir gözden geçirseniz..."
Kânûnî, gözünü nargileden tarafa çevirince hayret etti.Çünkü, nargilenin tömbeki yoktu, fokurdayan, sadece su idi.Sinan, padişaha dönerek şu sözleri söyledi:"Şevketlüm, bu nargileyi burada sırf fokurtusundan faydalanmak için bulunduruyorum.Bu ses bana,bu câmide okunacak Kur'ân-ı Kerîm seslerinin, câminin her tarafına yayılması ve her tarafta aynı şekilde işitilmesi için icâb eden tedbirleri almama yardım eder."Büyük sanatkâr, böylece akustik tertibatı kurar.

20 Kasım 2014 Perşembe

Osmanlı Ordusun'da Disiplin

Saatte On Kelime Söyleyen Türk Ordusu
Osmanlı Devleti'ni Osmanlı yapan faziletlerden birisi de ordudaki nizam ve intizamdır.Ordu da muazzam bir düzen, bir âhenk vardır.Askerler inanılmaz derecede itaatkâr ve  disiplinlidirler.Şikârî'nin "Karaman Tarihi" isimli eserinde bu duruma çok güzel bir örnek vardır: "Murâd Hüdavendigâr ile Karamanoğlu Alaüddin Bey arasındaki muhabereden sonra Osmanlı ordusu Akşehir'i zabtetti.Cümle şehir halkı nimetlerini ortaya döküp askerlerle baba oğul gibi yediler. Askerlerin hiçbirisi başını kaldırıp yukarı bile bakmadı.Zira askerler bütün tembihli idiler.Askerlerin saatte on söz söylemekten başka hakları yoktu. On sözden fazla söyleyen cezalandırılırdı."

19 Kasım 2014 Çarşamba

Osmanlı'dan Bilinmeyen

Yeniçeri aşçısı iken belediye başkanı oldu...
Fâtih Sultan Mehmed Han, Sadrazam Mahmûd paşa ile bir gün tebdîl-i kıyafet Karaman çarşısında dolaşırken, bir yeniçeri aşcısının avaz avaz bağırdığını, sağa sola sözler savunduğunu duyar.Aşçı devlet yönetimini eleştirmekte, ben padişah olsam şöyle böyle yaparım demektedir.Bunu duyan padişah saraya döndüğünde, yeniçeri aşçısını huzuruna çağırır. Onu imtihan eder ve mesele hakkında düşündüğü çareleri dinler.Ve derhal ihtisap işlerini yâni belediye başkanlığını ona verir . Bu aşçıbaşı, sonraları bir çok hizmette bulunan meşhur vezir ve serdâr Gedik Ahmet Paşa'dır.

18 Kasım 2014 Salı

Osmanlı'dan bir Üniversite

Osmanlı'da Eğitim
Çin'de bir Osmanlı Üniversitesi      
İttihad-ı İslâm Siyaseti çerçevesinde Sultan İkinci Abdulhamid Han 19. yüzyılın imkânlarıyla, herkesin ona düşman olduğu bir dönemde dünyanın diğer ucundaki Çin'in başkenti Pekin'de kapısında Osmanlı bayrağı dalgalanan "Pekin Hamîdiye Üniversitesini açmıştır.Bu üniversitenin varlığı bir makale ile duyulmuş fakat bu konuda tam bir araştırma yapılmamıştı.Nihayet Ali İhsan Çam tarafından yapılan araştırmalar neticesinde yeri ve akıbetinin ne olduğu ortaya çıkmıştır.

17 Kasım 2014 Pazartesi

Osmanlı

Osmanlı'dan bir savaş hilesi...
Tiryaki Hasan Paşa , Kanije savunmasında düşman askerleri içine casuslar göndererek Belgrad da bulunan sadrazamın pek yakında geleceği ve İstanbul'a sefer yapacaklarını düşman kuvvetlerinin içinde yayarak düşmanlara korku salıyordu. Paşa bir taraftan da padişaha yazılmış intibaı uyandıran mektupların düşmanın eline geçmesini sağlayarak ordunun çok iyi olduğunu, cephanelerinin yetecek kadar olduğunu düşmana aktararak onların korkmasına neden oluyordu.Ayrıca bir diğer taktik ise yakalanan esirlerin bazılarına çok iyi bakılıyor daha sonra bu esirin bir şekilde kaçmasını sağlayarak düşmana ordunun çok iyi olduğu hissini uyandırıyor onların savunma direncini azaltıyordu. Böylece savaşları daha kolay bir şekilde kazanabiliyorlardı.

16 Kasım 2014 Pazar

Osmanlı

Osmanlı zamanında hırsızlara ve kapkaççılara eşeğe ters binme cezası uygulanmıştır.Yakalanan     kişilerin boynuna  her ne suç işlemişlerse onun yazılı olduğu bir yafta asılırdı.Sonra eşeğe ters bindirilip sabahtan akşama süren bir dolaştırma, suçluyu halka gösterme cezası başlardı.Cezadan sonra o kimse bulunduğu yerde dikiş tutturamaz, başka yerlere göçmek zorunda kalırdı.

Osmanlı da Edep

Osmanlı da kapılar da iki adet tokmak bulunurdu.Bunlardan birisi kadınlar için diğeri ise erkekler içindi.Erkek tokmağı çalındığımda içerideki bayan başka odaya geçer toparlanırdı, bayan tokmağı çalındığında ise odadaki erkek başka bir odaya geçer, gelen bayana gözükmez , onu mahcup etmezdi.
Buradan Osmanlı'nın ne kadar büyük bir edebe, ne kadar büyük bir hayâ  duygusuna sahip olduğunu kolayca anlayabiliriz.Şuan ki toplumda kapıyı açarken üstüne bir şey giymekten bile aciz olan insanların olduğunu düşünürsek bunu daha kolay anlayabiliriz.

15 Kasım 2014 Cumartesi

Osmanlı Tarihi

 Osmanlı İmparatorluğu gücünün doruğunda olduğu 16. ve 17. yüzyıllarda üç kıtaya yayılmış ve Güneydoğu Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın büyük bölümünü egemenliği altında tutmuştur. Ülkenin sınırları batıda Cebelitarık Boğazı ve 1553'te Fas kıyıları'na, doğuda Hazar Denizi ve Basra Körfezi'ne, kuzeyde Avusturya,Macaristan ve Ukrayna'nın bir bölümüne ve güneyde Sudan, Eritre,Somali ve Yemen'e uzanmaktaydı.Osmanlı İmparatorluğu 29 eyaletten ve özerlik tanınmış olan Boğdan, Erdel veEflak prensliklerinden oluşmaktaydı. Devlet zaman zaman denizaşırı topraklarda da söz sahibi olmuştur.Atlantik Okyanusu'ndaki kısa süreli toprak kazanımları Lanzarote (1585),Madeira (1617), Vestmannaeyjar(1627) ve Lundy (1655) bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
Devlet altı yüzyıl boyunca Doğu dünyası ile Batı dünyası arasında bir köprü işlevi görmüştür. Hâkimiyeti altında bulunan topraklarda yaşayan halklar zaman zaman, toplu ya da yerel ayaklanmalar ile Osmanlı iktidarına karşı çıkmışlardır. Genel olarak din, dil ve ırk ayrımından uzak durduğu için yüzyıllarca birçok devleti ve milleti hakimiyeti altında tutmayı başarmıştır.Osmanlı İmparatorluğu, eski Türk örf ve adetlerinin ve İslam kültürünün yükümlülüklerinin doğrultusunda bir yönetim şekli belirlemiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasi yapısında ve hukuk kurallarının oluşumunda İslam dininin belirleyici bir rol oynaması, Osmanlı İmparatorluğu'nun "İslam devleti", dolayısıyla bir "din devleti" olarak nitelenmesine neden olmuştur. 


Bundan sonraki yazılarımda Osmanlı'nın bilinmeyen özellikleri hakkında bahsedeceğim...

Osmanlı İmparatorluğu

Merhaba sayın ve sevgili okurlarım. Bundan sonra sizlere Osmalı'yı tanıtmaya ve bilinmeyen özelliklerini aktarmaya çalışacağım.

İlk olarak: Osmalı İmparatorluğu
Osmanlı İmparatorluğu 1299 yılında Bilecik'in Söğüt ilçesinde Oğuzların Bozok kolunun KAYI kolundan Osmangazi tarafından kurulmuştur.İlk olarak bir beylik olarak kurulan bu devlet daha sonra tüm dünyaya hüküm sürmüş, topraklarını üç kıtaya yaymış, adının taşları yerinden oynattığı, adını duyanların dizlerinin bağını çözdüren,otuz altı tane padişah görmüş bir devlet olmuştur.