31 Mart 2015 Salı

Osmanlı Padişah Anneleri Ve Hanımları Hakkında Yazılanlar Hayal Mahsülüdür

Osmanlı Devleti'nde saray kadınlarının menşe'leri ve fiziki hususiyetleri ön plana çıkarılmamış olmasına rağmen, bazı yazarlar siyasi ve maddi menfaat beklentisi ile yazdıkları eserlerinde bu hususları çokça işlemişlerdir. Şurasını unutmamak gerekir ki, onların yazdığı bu hususlar doğru bilgiler değildir. Çünkü bu bilgiler, yazarların kendi hayal ve fantezilerine dayanmaktadır. Bu hususta bir şeyler yazabilmek için elde orijinal kaynaklar ve vesikalar olmalıdır. Bizler biliyoruz ki, padişahların aile mahremiyetine ait ne bir vesika ne de bir kaynak mevcuttur.
Çünkü Harem'den dışarıya bir haber çıkması mümkün değildir. Osmanlı saray teşkilatının mükemmelliği hususunda bir şey söylemeye hacet yoktur. Dolayısı ile onların hayatlarına dair bilgiler umumiyetle mutad bürokratik muameleler veya merasimlerle ilgilidir. Mesela Gülnuş Valide Sultan'ın iki oğlu Şehzade Mustafa  ve Şehzade Ahmed; 1674'te sünnet olmuşlardır. Bu merasimi anlatan eserde, şehzadelerin annesi olan haseki sultanın veya babaanneleri olan valide sultanın adı hiç geçmemektedir.
Şurasını belirtmekte fayda vardır ki, ne ecdadımızın örfünde ne de İslam hukukunda, sünnet ve evliliklerde bu merasim ve düğünlere hanımların iştirak etmesine dair bir yasaklama yoktur. Ancak merasimler ayrı ayrı icra edildiğinden ve bu merasimleri mevzi edinen eserlerin müellifleri de sadece padişahın iştirak ettiği yani erkeklerin bulunduğu merasimleri mevzu aldığından bu çeşit eserlerde hanımlar zikredilmemiştir.
Bu gerçeklerden hareketle onların fiziki görünüşleri ve davranışlarıyla ilgili yazılanlar bazı müelliflerin şahsi düşünceleridir.

Osmanlı Çağında Adalet

Osmanlı memleketlerinde tam bir vicdan hürriyeti, adalet ve tebea arasında müsavat hüküm sürerdi.Bunu görmüş olan M. Thevenot adlı Fransız seyyahı şunları anlatır:
"Burada herkes devlet kapısına başvurur ve hangi sınıftan veya din ve mezhepten olursa olsun şikayeti veya davası dinlenir. Bir fakir, bir vezirden adalet isteyebileceği gibi, bir Musevi, bir  Müslümanda olan hakkını isteyebilir. Bu işler ise, hiç sürüncemede kalmadan hallolunur, borçlu borcunu derhal öder, katil hemen cezasını görür ve hiçbir dava bir hükme bağlanmadan dört-beş günden fazla devam etmez. Bunun için hiç kimse bir adaletsizlikten korkmaz. Yalnız, adaleti yerine getirecek olanlar bir haksızlık yapmaktan korkarlar. Çünkü bunu, canlarıyla ödemek zorunda kalabilirler."

30 Mart 2015 Pazartesi

Bayezid Külliyesi


Bayezid Külliyesi; cami, imarethane, sıbyan mektebi, tabhaneler, medrese, hamam, kervansaray ve türbelerden oluşmaktadır. Daha önce yapılmış bulunan Fatih Külliyesi'nden farklı olarak külliye görünümünden uzak, dağınık bir şekilde inşa edilmiştir. Yapı, büyük bir kubbe ve ona bitişik iki yarım kubbe ile örtülmüştür. Bunların iki yanındaki dörder yan kubbe de üst örtüyü tamamlamaktadır. Merkezi kubbe 16,78 metre çapındadır. Son cemaat yeri, altı sütunun taşıdığı yedi kubbelidir. Mihrap ve minber mermerden yapılmış olup, oymalı ve kabartmalıdır. Minberin sağında renkli on sütun üzerine oturtulmuş hünkar mahfili, sağda sa sekiz sütunun taşıdığı müezzin mahfili bulunmaktadır. Caminin şadırvanı Sultan Dördüncü Murad döneminde yapılmıştır.

29 Mart 2015 Pazar

Padişahlarda En Uzun, En Kısa Ömürler

En uzun ömürlü Osmanlı hükümdarı Sultan Orhan Gazi olu 79 yaşında vefat etmiştir. Sonra Sultan İkinci Abdülhamid Han gelir. O da 76 yıl yaşadı. Üçüncü sırada, Sultan Beşinci Mehmed Reşad Han 74 yıl ve dördüncüde ise Kanuni Sultan Süleyman Han 72 yıl ömür sürmüştür.
En kısa ömürlü padişah, 19 yaşındayken boğdurulan Genç Osman (İkinci Osman)'dır.
Vefat eden en kısa ömürlü padişah ise Sultan Birinci Ahmed Han'dır. 28 yıl.
Zehirlenerek öldürülen Fatih Sultan Mehmed Han'dır.
Boğularak idam edilenler: Genç Osman (İkinci Osman), Sultan İbrahim, Üçüncü Selim, Dördüncü Mustafa Han'dır.
Bir suikast sunucu katledilen, Sultan Abdülaziz Han'dır.

10 Gün İçinde Yapılan 3500 Metre Uzunluğundaki Köprü

Kanuni Sultan Süleyman'ın Zigetvar seferi sırasında, Drava Nehri Üzerindeki köprünün yıkılmış olduğu görüldü. Halbuki sefer halinde bulunan büyük Türk ordusunun mutlaka bu nehri geçmesi lazımdı. Bunun için Sultan Süleyman, hemen büyük bir köprü yapılmasını emretti.
Türk mühendisleri işe giriştiler. Kısa zamanda köprü tamamlandı. Bazı kaynaklar 3500 ile 3600 metre arasındaki uzunluğa sahip bu köprünün 8-10 günde tamamlandığını kaydederler.

Müslüman Hintli Askerler Böyle Aldatıldılar

Çanakkale savaşlarında İngilizlerin sömürgelerinden ve bilhassa Hindistan'dan getirdikleri askarler, Müslüman Hintlilerdi. İngilizler bu Müslüman askerler için gemileri cami haline getirmişlerdi. Hatta Müslüman askerlere beş Vakit namaz kıldırıp oruç tutturmaktaydılar. İngilizler Müslüman askerlerin her türlü ihtiyaçlarının karşılıyor, elbiselerine, yiyecek ve içeceklerine çok büyük özen gösteriyorlardı. Öyle ki, bu Müslüman Hintli askerler kiminle savaştıklarının bile farkında değillerdi. Bazı istihbarat raporlarında yazılı olduğuna göre İngilizler onları: " Siz sadece Almanlarla savaş edeceksiniz!" diye kandırılıyorlardı. İngilizler, Müslüman askerler aldatıldıklarını anlamasınlar diye çok sıkı tedbirler de almışlardı. Adeta dünyayla alakaları kesilmiş gibiydi. Osmanlı Devleti de aldatılmış bu Müslümanları ikaz etmek için uçaklardan Arapça ve Hint lisanı ile yazılmış kağıtlar atarak onların esasen Halife-i Müslimin ve onun ordusuna karşı savaşmaya getirildiklerini anlatmaya çalışıyordu.

İlk Devir Osmanlı Arşivleri Yandı

Osmanlı tarihinin Fetret Devri'nden (1402-1413) önceki tarihler üzerindeki bilgi eksikliğimizin sebebi, 1402'ye kadar toplanan Osmanlı arşivinin, Timur ordusunun Bursa'yı yağması sırasında yakılmış olmasıdır.
Bilhassa İstanbul'un fethinden sonraki devirde en küçük bir hadise bile kayda geçmiş, zaptedilmiş, böylece Türkler kendi tarihlerini başkalarından öğrenme durumundan kurtulmuşlardır. Sadece İstanbul arşivlerinde 150 milyondan fazla vesika mevcuttur.
1931 senesinde ise, bu paha biçilemez milyonlarca Osmanlı belgesi vagonlara doldurulmuş, hurda kağıt olarak Bulgarlara satılmıştır.
Türkçe vesikalar dışında, yabancı dillerde yazılmış olan vesikaların çoğu da akıl almaz derecededir. Sözgelimi, Dubrovnik gibi küçücük bir kasabanın arşivinde, Türklerle ilgili, Latince ve Türkçe belgelerin sayısı dokuz bin olarak kaydedilmektedir.

28 Mart 2015 Cumartesi

Osmanlılar Fethettikleri Yerlerin Dilini ve Dinini Neden Değiştirmedi?

Bir toplumun dilini zorla değiştirip onlara başka bir lisanı dayatmak zulümdür. Osmanlı Devleti böyle bir şeye teşebbüs etmemiştir. Fakat ne olmuştur. Farklı ırklara mensup insanlar herhangi bir zorlama olmadan, zamanla Türkçeyi öğrenmişlerdi, kendi dillerini de muhafaza etmişlerdir. Türk unsurunun yaşadığı yerlerde, Arap coğrafyasından Macaristan'a kadar birçok bölgede Türk dilinin etkisini görmek mümkündür. Bugün Mısır'a gittiğinizde halkın lisanında yüzlerce Türkçe kelimenin yaşadığını görebilirsiniz.
Din tarafına gelince, Osmanlı Devleti yaptığı seferleri "İ'la-yı kelimetullah", yani Allah'ın dinini yaymak için yapmıştır ve İslam dinini de çok güzel bir şekilde yaymıştır. Fakat dinde zorlama yoktur. Osmanlılar kimseyi, hiçbir kavmi, topluluğu zorla Müslüman yapmamışlardır. Osmanlı adaleti, Müslümanların temiz ahlak ve davranışları gayrimüslimlerin de zamanla İslam'la şereflenmesine vesile olmuştur. Bugün Arnavutluk'ta, Bosna'da, Kosova'da vs. birçok yerdeki Müslümanlar bunun delilidir. Osmanlı tarih kaynakları ve Osmanlı Arşivi'ndeki vesikalar bize, yüz binlerce gayrimüslimin İslam'la şereflendiğini göstermektedir. Bu sadece Balkanlar için sınırlı değil, bilhassa Afrika ve Ortadoğu'da 400 yıl kalan Osmanlı Devleti değil de başka bir devlet olsaydı belki Müslüman ülkelerin sayısı parmakla gösterilecek kadar az olurdu.
Eserlere gelince sadece Balkanlar'ı incelerseniz Osmanlı'nın binlerce eserini görürsünüz. Üç kıtada hükmettiği toprakların Osmanlılar, medeniyet eserleriyle adeta süslemişlerdir. Sömürmediği içindir ki, yüzyıllarca insanlar buralarda huzur içinde yaşamışlardır.
Bugün bazı dillerin yaygın olmasının sebebi, bu dilin yayıcısı devletlerin insanlığa hizmet ve medeniyet götürme gayesiyle olmayıp, tamamen sömürme ve zenginlikleri kendileri için kullanabilme gayesiyle olmayıp, tamamen sömürme ve zenginlikleri kendileri için kullanabilme gayesi içindir.
Bu devletler, gittikleri yerlerde sömürgeci bir zihniyet ile hareket etmişler, üstüne çöreklendikleri toprakların sadece tabii zenginliklerini sonuna kadar sömürmekle kalmamışlar, bu topraklar üzerinde yaşayan yerli halkın dilini ve dinini de bu devletlerin hareket ve düşünce tarzı tamamen biribirinden farklıdır, kabil-i kıyas değildir.
Şunu da unutmamak lazımdır ki Osmanlı Devleti adaletle ve hakkaniyetle dört asır dünya hakimiyetini elinde bulundurmuştur. Bugünkü devletlerin dünya hakimiyeti ise daha 50-60 yıllıktır.  

Osmanlı'nın Hoşgörüsü

"Biz, Osmanlıların idareleri altında yaşayan azınlıklara tanıdıkları hakları, ne anavatanımızda ne de müstemlekelerimizde bulunan yabancılara veririz. Osmanlılar, İslami bir çerçevede bu azınlıkları, onların din ve anneannelerine asla dokunmadan ve müdahale etmeden, Osmanlı Devleti'ne fayda temin edecek elemanlar haline getirmişlerdir. Bir Ermeni, bir Rum veya Arap asıllı bir kimse, devlet, servet ve şöhret sahalarında Anadolu bir Türk'ten farklı mütalaa edilmez. Oysa bir Fransa'da Musevi asıllı bir kimse ile, Cezayirli bir kimsenin değil Başbakanlık (Osmanlılarda sadrazamlık), bakanlık koltuğuna oturmasına müsamahakar olamayız."

Osmanlı Sömürgeci Bir Devlet Midir?

Osmanlı'nın idaresinde sömürgecilik mefhumu yoktur. Devletin son gününe kadar olmamıştır da. Sömürgeci, bir başka milleti askeri işgal altına alan, ekonomik bakımdan sömüren ve bu sömürüyü devam ettirmek için o milletin manevi ve kültür dünyasını da yok etmek isteyen işgalci demektir.
Başka milletler Cezayir, Filistin, Vietnam, Tayland, Kamboçya, Hong Kong ve bazı başka ülkelerde ekonomik sömürü bir tarafa, o milletlerin tarih arşivlerini bile zaptetmişlerdir.
Fransızlar, Cezayir Milli Arşivi'ni beraberlerinde götürmüşlerdir ve hala iade etmemişlerdir. Dillerini mecburi kılmışlardır, köklerini unutsunlar diye...
Osmanlı 500 senelik fütuhat devrinde fethettiği ülke insanlarının dillerine, dinlerine ve geleneklerine hiç ama hiç karışmamıştır.
Osmanlı onların dillerini öğrenmiştir, ama fethettiği yerlerdeki milletlerin lisanlarını değiştirmeye kalkmamıştır.
Osmanlı, Anadolu'nun iktisadi gücünü Avrupa'ya, Arabistan'a ve Afrika kıtalarına yatırmış ve kendini feda etmiştir.
Tarihçi Malet "Orta Çağ" isimli eserinde. "Osmanlı fütuhatı zamanında bir Sırp, Bulgar ver Yunan hükümetleri olmamıştır; ama Türkler o milletlerin sosyal varlıklarına hiç dokunmadıkları içindir ki, bağımsızlıklarını kazanınca onlar kolayca milli devlet haline gelebilmişlerdir." diye yazar.
Ne var ki biz kendi tarihi azametimizi yabancılardan öğrenmeye abone olduktan sonra ve milli tarih tembelliğimiz de bu hayata eklenince, tarihi inkar ederek onların haksız suçlamalarını hakikat olarak kabullenmişizdir.

27 Mart 2015 Cuma

Osmanlı'da Valide Sultanlık

Valide sultanlık ünvanı ilk olarak Sultan Üçüncü Murad Han tarafından validesi Nurbanu Valide Sultan'a verilmiş ve sonra devamlı kullanılmıştır.
Müslüman olmayan valide sultan yoktur. Valide sultanların hepsi hayır ve hasenatı seven, takva sahibi hanımlardı.
Bir şehzade dünyaya getiren padişah hanımı, oğlu tahta çıkıncaya kadar "kadınefendi" veya "haseki" ünvanı ile anılırdı.
Harem-i Hümayun'un en yüksek makamı "Valide Sultanlık" makamıydı. Devlet üzerinde etkileri olsa da siyasetle uğraşanları yok denecek kadar azdı.
Padişah tahta geçtiğinde annesi, hayatta ise Bayezid'de bulunan Eski Saray'dan Yeni Saray'a, yani Topkapı Sarayı'na taşınırdı. Valide sultanın Yeni Saray'a gidişi "Valide Alayı" diye adlandırılan büyük bir merasimle yapılırdı.
Valide sultanın haremde geniş bir hizmetli kadrosu vardı. Haremi, hazinedar usta vasıtasıyla idare ederdi. Padişahın hanımlarının, kendisine çok yakın aile fertlerinden kadın olanların ve cariyelerinin bulunduğu yer olan Harem Dairesi'ne saraya mensup olmayan yabancı kadınlar dahi girmezdi.
Valide sultanların mali işlerini idare etmek için bir kethüda (kahya) tayin olunurdu. Valide sultanlara darphane bütçesinden belli bir kısım ayrılır; bu gelire "başmaklık" denilirdi.
Osmanlı padişah annelerinden 21'i oğullarının padişah olmasına yetişerek "Valide Sultan" olmuştur.
Valide sultanın vefatını takip eden kırk gün boyunca vezirler kabrini ziyaret ederdi.
Şayet padişah, valide sultandan önce vefat ederse valide sultan diğer emekliler gibi Eski Saray'a gönderilirdi.

Ayasofya'nın Minarelerinin Bir Tanesi Neden Farklı?


Ayasofya, İstanbul 29 Mayıs 1453 Salı günü (20 Cemaziyelevvel 857) fethedildiğinde usulden olduğu üzere fethin nişanesi olarak camiye çevrilmiştir. Fatih Sultan Mehmed Han, tarihlerin kaydettiğine göre binanın kubbesine kadar çıkmış. Ayasofya'da ilk Cuma namazını kıldıktan sonra camiyi kendi hayratından olarak vakfetmiştir. Yanına bir de medrese yaptırmıştır. Bu sırada ilk minare de binanın batı tarafındaki kuleciklerden güneydekinin üstünde ahşap olarak inşa edilmiştir. Bu minare 1574 yılına kadar durmuş ancak bu tarihten sonra kaldırılmıştır. Caminin güneybatı köşesindeki tuğla minare ise Sultan İkinci Bayezid Han (1512-1520) zamanında yapılmıştır. Güneydoğu köşesindeki minare ise Mimar Sinan yapısına benzemekte olup Sultan İkinci Selim Han zamanında yapıldığı anlaşılmaktadır.
Caminin etrafına binaya destek veren ve binanın çökmesini önleyen payandalar da Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Camiye Sultan Üçüncü Murad Han zamanında kuzeydeki iki minare ilave edilerek dört minareli hale getirilmiştir.

22 Mart 2015 Pazar

Esaretten Çalışarak Kurtulan Bizanslılar

İstanbul'un fethi sırasında esir düşen Bizans askerleri sonradan şehrin tamirinde çalıştırıldılar. Bunlara 6 akçe gündelik verildi. Tamir işlerinin bitiminde, esir askerler, biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın aldılar.

Ramazan-ı Şerif'te İşsiz Kalan Hayır Cemiyetleri

Ramazan-ı Şerif geldiğinde, herkes hayır yapmak için mücadele verdiğinden, hayır müesseseleri çoğu zaman işsiz kalırdı. Yani hayır yapacak fakir fukara bulamazlardı. Başta devlet adamları, zenginler ve hasılı herkes imkanı nisbetinde hayra koşmaya daha bir başka ehemmiyet verirdi.
Zengin fakir bu ayda aynı nimetlere nail olurdu. Konaklar, kimin olursa olsun, hangi makamın sahibi bulunursa bulunsun istisnasız her akşam mükellef sofralar hazırlatır, herkes bu sofralara izinsiz dahil olurdu. Konakların kapıları Ramazan boyu açık olur ve hiç kimseye niçin geldin diye sorulmazdı.
İftara dahil olmuş hususi davetlilerin haricindeki müsafirler yedikleri yemekten dolayı "diş kirası" adı ile yüklü bahşişler de alırlardı. Diş kirası vermek en büyük haslet idi. Bu adeti yapmak için zenginler yarışırlardı. Diş kirası: "Yemeğini yemiş olan müsafire; konağında yemek yiyip, konak sahibinin sevap işlemesine vesile olduğu için teşekküren verilen bir hediye" dir.
Osmanlılar zamanında, Ramazan boyunca aldığı diş kiraları ile, gelecek Ramazan'a kadar geçinen insanların olduğu kaydedilmektedir.

19 Mart 2015 Perşembe

Ramazan-ı Şerif'in İlanı Merasimle Olurdu

Osmanlılar zamanında Ramazan-ı Şerif'in ilanı büyük bir merasimle olurdu. Ramazan-ı Şerif ayının başlama günü İstanbul Kadılığı tarafından tesbit edilirdi. Bu tesbit yani Rü'yet-i Hilal denilen, ayın görülmesi ile oruca başlanırdı. Ayın görülmesinin tesbiti için İstanbul Kadılığı tarafından Şehzade Camii'nde memurlar vazifelendirilirdi.
Şaban-ı Şerif'in 29. günü Hilal gözlenmeye başlanır, eğer görülmezse Şaban ayı 30 kabul edilir ve bu otuzuncu gün "yevm-i şekk" yani şüpheli gün diye kabul edilirdi.
Kadılığın tayin ettiği memurlar Hilali gördüklerine dair şehadette bulunurlar ve en az iki kişinin şahitlik etmesi ile de Ramazan-ı Şerif ilan edilirdi. Şaban ayının 29. günü Şeyhülislam kapısında toplanılır ve burada gelen şahitler çok titiz bir şekilde sorgu-suale tabi tutulur ve kesin kanaat hasıl olunca mahkemenin sicil kaydına yazılırdı. Diğer bir ilan da sadrazam ve padişaha gönderilir ve Ramazan-ı Şerif'in başladığı bildirilirdi.

18 Mart 2015 Çarşamba

Sultan Dördüncü Murad'ın Müthiş "Darp Atışı"

 
Sultan Dördüncü Murad Han'ın okçulukta da büyük bir rekoru bulunuyor. Devrin büyük padişahı bu rekorunu. "darp atışı" adı verilen kalın cisimleri okla delmede elde etti. Hint İmparatoru Timuroğlu Şah Cihan'ın, elçisi Emir Zarif Bey ile hediye olarak gönderdiği ve "Ok işlemez ve kılıç kar eylemez!"diye övülen, fil kulağından yapılma ve üzeri gergedan derisiyle kaplı son derece kavi kalkanı Sultan Murad Han, Musul'da yapılan merasim sırasında elçinin gözleri önünde bir ok atışıyla delmişti. Darp atışlarında son derece usta olduğu bilinen Sultan Murad Han, yine ok atışlarıyla delik deşik ettiği 12 zırhı da Kahire Kalesi'nin kapısı üzerine astırmıştı.

4 Mart 2015 Çarşamba

Kimin Düğünü Daha Güzel?

Kanuni Sultan Süleyman şehzadelerini sünnet ettirdiği sırada oldukça görkemli bir düğün yaptırır. Ondan daha önce vezir Makbul İbrahim Paşa da muhteşem bir düğün yaptırmış ve bu düğüne Kanuni Sultan Süleyman'ı da davet etmiştir. Sultan bir vesileyle İbrahim Paşa'ya: "Senin düğününle benim düğünümü nasıl buluyorsun? Hangisi daha güzel oldu?" diye sormuş. İbrahim Paşa "Benim düğünüm daha güzel oldu." demiş. Padişah şaşkın bir şekilde sebebini sorunca paşa:
"Efendim, benim düğünümü sizin gibi bir cihan padişahı şereflendirdi. Sizin düğününüze böyle bir kimse geldi mi?" cevabını vermiş.

3 Mart 2015 Salı

Cuma Günleri Hayvanları Kullanmak Yasak

Osmanlı arşivinde yer alan bir vesika, eskiden hayvan haklarına verilen önemi gözler önüne seriyor. Vesikada şöyle diyor:

“İhtisab Nezareti’ne; Malumları olduğu üzere odun, toprak ve tuğla nakletmekte olan beygir ve merkeplerin Cuma günlerinde kullanılması ve boş oldukları halde binilmesi yasak olup bu hayvanların semerleri üzerine demir çivi gibi şeyler konulmakta ve sakat olan beygirlerin ayaklarına bez ve meşinler sardırılarak gerekli tedavileri yapılmakta idi. Fakat bugünlerde bu usul yerine getirilmeyip zikrolunan hayvanlara Cuma günlerinde binilmekte ve tedavilerine riayet edilmemekte olduğu haber alınmış ve bu durum merhametsizlik olarak görülmüştür. Bundan sonra eski yasağın uygulanması, bu gibi hayvanların Cuma günlerinde kullanılmaması, boş oldukları halde binilmemek üzere semerleri üzerlerine demir çiviler koydurulması ve içlerinde sakat olmuş olanların ayaklarına bezler meşinler sardırılarak gerekli tedavilerine itina ve dikkat olunması hususları için gereken esnaf kethüdalarıyla sair icap edenlere sağlam ve tesirli tembihlerde bulunulması ve bununla beraber uygunsuz haller vukua getirilmemesi için dikkat edilip gerekli kontrollerin yapılması hususlarının tarafınızdan bildirilmesi Meclis-i Vala’da müzakere edilmiştir. Gerçekten de bu yazılan hususlar itinaya değer maddelerden olup bu konuda gerekli kontrollerin yapılması icap etmekte olduğundan belirtildiği üzere gereğinin güzel bir şekilde yerine getirilmesi sizin himmetlerinize bağlıdır.”

2 Mart 2015 Pazartesi

Mostar Köprüsü


Mostar Köprüsü Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin Mostar şehrinde Neretva Nehri’nin üzerinde 1566 senesinde Osmanlılar zamanında Mimar Sinan tarafından yapılan, dünyanın sanat bakımından en müstesna taş köprüsüdür.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında Osmanlı Devleti sınırları içine giren Bosna-Hersek’te cami, medrese, kervansaray ve köprü gibi mimari değeri de yüksek pek çok hayır eseri yapılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a Neretva Nehri üzerine yaptırılan “Mostar köprüsü” de bunlardan biridir. Yapım harcında yumurta ve keçi kılı kullanılan, tek kemerli, iki ayak arası 28.59 metre genişliğinde olan hilal şeklindeki köprünün yüksekliği 20 metredir. Taş korkulukları arasındaki genişlik 4.05 metredir. Üst döşemesi düz olmayıp kademelidir. Bu hususiyetiyle köprüden yayalar ve arabalar rahatlıkla geçebilmektedir. Zamanla köprünün üst ve diğer kısımlarında bazı değişiklikler yapılmıştır. Mostar Köprüsü, “Büyük Köprü” ismiyle de bilinmektedir.
427 yıl boyunca zelzelelere, sellere ve İkinci Dünya Savaşı’na direnerek İslam dininin ve Osmanlının sembolü olan hilali, beş asırdır Avrupa’nın ortasında bütün mimari zarafet ve güzelliğiyle koruyabilen köprü, iç savaşa yenik düştü. Hırvatların Bosna’ya yardım götüren bütün yolları ve köprüleri devreden çıkarma planı gerekçesiyle Mostar Köprüsü’de 9 Kasım 1993’te bombalandı ve Neretve Nehri sularına gömüldü. Böylece Hırvatlar burada sadece taştan yapılmış bir köprüyü değil, asırlardan beri buradan geçen milyonlarca insandan geriye kalan hatıralarla, pek çok mimara ilham kaynağı olan sanat eserini de yok ettiler. Avrupa topraklarında Müslümanlara ve İslami eserlere tahammül edemeyenler, Haçlı zihniyetiyle her şeyi ortadan kaldırma gayretindedirler. Kendi tarihi eserlerinin korunmasında gayet insani davrananlar, İslami eserlere karşı gaddar, barbar ve hain olmaktadırlar.
Mostar Köprüsü’nün yıkılışı Bosna’daki savaşın hiçbir sınır ve kaide tanımayışını ortaya koymuştur. Fakat asıl mühim olan sanat için çırpındığını ilan eden milletlerin susması ve bunu yıkan bir kavmin kendi memleketini bile düşünmekten aciz oluşudur. Bunlar medeniyet adına barbarlık yapan, geleceği olmayan, hissiz, sanat zevkinden mahrum milletlerdir.