Osmanlı sarayında, padişahın ailesi olmayan bir kişi ne
hareme girebilir, ne de padişahın hususi hayatıyla ilgili bir şey görebilirdi.
Bu ne görülmüş ne de duyulmuş bir hadisedir. Sarayda vazifeli olanlar bile
hayatlarını daima bir sır içinde tamamlarlardı. Sarayda yaşayanların, saray
dışına çıkıp, halk arasına karışıp, halkla görüşmeleri kesinlikle yasaktı ve böyle
bir bilgi de yoktur. Osmanlı bunu bir devlet geleneği ve siyaseti olarak
yapmıştır. Yoksa sakladığı bir suç veya gayri meşru bir iş için değil. Böyle
olduğu içindir ki yüzyıllarca bu büyük devlet yapısını ve teşkilatını
koruyabilmiştir.
Bu noktada Ayşe Osmanoğlu’nun, harem hayatı hakkındaki
sözlerini nakledelim:
“Batılıların, haremi, bilhassa Darussaade’yi, hükümdarların
bir sefahat teşkilatı halinde görmeleri, şüphesiz tarihi hadiseleri biraz hissi
nazarlarla tetkik etmelerinden ileri gelmiştir. Hatıralarımın daha önceki
kısımlarında daima cazip taraflarını hoş renkleriyle anlatmaya çalıştığım
Osmanlı Haremi’nde, aslında, gerek hükümdar, gerekse onun kadınları için bir
itidal ve fedakarlık rejimi hüküm sürerdi. Hükümdar ile haremleri arasında, çok
ciddi kaideler ile sınırlanmış münasebetler vardı. Daha önce babama dair
anlattığım bir hatıram, hükümdarın, Darüssaade’de her istediğini kolaylıkla
temin ettiğine dair inanışların yerinde olmadığını pek iyi belirten bir
misaldir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder